Özgeçmiş

Dr. Öğr. Üyesi
Hatice Karaman
İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümünden 2008 yılında mezun oldu. 2011 yılında Yeditepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı’nda Yrd. Doç. Dr. Adriana Luminita Raducanu danışmanlığında yazdığı “A Rhizomatic Space Of Desire in The Novels Aziyadé, City of Man’s Desire And The Black Book” (Aziyade, Arzular Şehri İstanbul ve Kara Kitap Romanlarında Rizomatik Arzu Mekanı Olarak İstanbul) başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Aynı üniversitede 2018 yılında Felsefe Anabilim Dalında Dr. Öğr. Üyesi Levent Yurdakul Kavas danışmanlığında yazdığı “Specters of Justice: A Philosophico-Literary İnvestigation” (Adaletin Hayaletleri: Felsefi-Edebi Bir İnceleme) başlıklı teziyle yaptığı doktora çalışmasını tamamladı. Halihazırda Yeditepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında doktor öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Dünya edebiyatı, filoloji, toplumsal cinsiyet ve çağdaş felsefe çalışma alanlarından bazılarıdır.
Kitap Bölümleri:
- “Intersextuality: Derrida and Cixous”, Women Philosophers On Autonomy: Historical and Contemporary Perspectives, (Ed. Sandrine Berges Alberto L. Siani), s. 164 -178, Routledge, 2018
Hatice Karaman’ın “Geleceğin Akademisyenlerini Arıyoruz” Projesindeki Programları:
- 2023-2024 eğitim yılı; “Gorgio Agamben” , “Feminist Eleştiri”
Anadolu İlahiyat Akademisi
Geleceğin Akademisyenlerini Arıyoruz Projesi
Ders Raporu
Kıta Avrupası Felsefesi Okumaları II
Tarih: | 8 Mart 2024 Cuma, 18:00 |
Ders: | Feminist Eleştiri |
Hoca: | Dr. Öğr. Üyesi Hatice Karaman |
İşleniş: | Yüz yüze 10 , Online 26 kişi |
Özet: | Hayrunnisa Akgün hocayı takdim etti. Ders tek oturumda işlendi. Ders içeriğe bağlı kalarak işlendi.
Feminizm, sözcüğünün kredisini Charles Fourier alır. Tarihçiler, kendisini Fransız sosyalizmi içinde bir feminist gelenek kurucusu olarak kabul eder. Toplumdaki adaletsizliklerin kınanması, kadınların boyun eğdirilmesine yönelik eleştiri, onun hayal ettiği ideal dünya düzeninin ortaya konması ve bu ideal dünya düzeninde kadınların özgürlüğünün garantilenmesi gibi yaklaşımları bulunur. Fourier ‘in bu düşünceleri sonrasında Karl Marx ve Rosa Luxemburg tarafından tekrarlanır ve Marksçı gelenek, genel bir önerme olarak feminizmi şöyle ifade eder: Sosyal ilerleme ve sosyal dönem değişiklikleri kadınların özgürlüğe doğru ilerlemesi sayesinde gerçekleşir ve sosyal düzenin düşüşü kadınların özgürlüklerinin azalması sayesinde meydana gelir. Kronolojik olarak kelime itibariyle feminizm, 1820’lerde İtalya’da ortaya çıkar.
Leksikografide (sözlük yazma sanatı) feminizm terimi, 1841 yılındaki Webster sözlüğünde kadınların niteliklerini tanımlamak için ve 1845’te bir Fransız sözlüğünde feminenleştirme sistemini tanımlamak için kullanılır. Edebiyat ve sanat eleştirilerinde ise feminist, Amerikan edebiyatında ve Fransız resminde kadın bakış açısının doğuşunu vurgular. Hubertine Auclert, 1883 yılında bu kelimeyi kadınların özgürleşmesi anlamında kullanan ilk kişidir. 1896 yılında Polonyalı oyun yazarı Maria Sheriga tarafından düzenlenen ilk ansiklopedik dersi Le Femme et le Feminizm’i (Kadınlar ve Feminizm) yayınlanır. Zıt anlatılara sahip iki makale yazar. Erkek Feministler başlığını taşıyan ilk makalede ütopik sosyalist Charles Fourier kelimeyi kullanan ilk kişi olarak kredi verilir. İkinci makale ise feminizmin gelişimi üzerinedir.
Feminist hareket tarihine bakarsak birinci, ikinci, üçüncü dalga olarak çeşitli dönemlere ayrılır. Birinci dalga, 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başında erkeklerle eşit haklar isteyen kadın hareketi olarak ortaya çıkar. Birinci ve ikinci dalga arasında Marksizm, varoluşçuluk ve feminizmin kesiştiği bir nokta bulunur. Burada ikinci cinsiyetin yazarı Simone de Beauvoir devreye girer. 60’ların ikinci yarısı Beauvoir’ın feminizmi, varoluşçu ve Marksçı feminizm bir karşı akım doğurur. Bu da ayrılıkçı feminizm ya da fark feminizmi olarak geçer. 70’li yıllardaki ayrılıkçı feminizm geleneğinde vurgu kadınların kadın olduğuna erkekler gibi olmadığına vurgu yapılır. İkinci dalga feminizmde en önemli tartışma kadının özünün olup olmamasıdır. Yine aynı dönemde Fransa’da Des Femmes yayınevinin kurulmasıyla üç önemli isim Hélène Cixous, Luce Irigaray ve Julia Kristeva bu dergide bir araya gelir. Bu isimler enteresan şekilde feminizm olarak feminizme karşılar. Var olan feminist görüşleri ataerkil düzene eklemlenme hareketi olarak görürler. Erkeklerle eşit olma fikrine karşı konumda bulunurlar. Daha çok felsefe, psikanaliz ve politika üzerinden yürütürler.
Feminist düşünce ya da feminist düşünürler arasında 70’lerin başında özellikle üç konu gündemdir. Birinci mesele, kadınların tarihinin nasıl yapılacağı meselesidir. Akademik düzlemde ilerleyen ve akademisyenlerin yürüttüğü bir çalışmadır. Ataerkil tarih yazımına karşı nötr tarih yazımı çabası vardır. İkinci mesele, kadın yazısı meselesi ve yazın alanında tartışılır. Üçüncü olarak da siyasal aktivite, siyasal eylem alanında kadın hareketi meselesi tartışılır. Freud, Jung ve Lakan’la ilerleyen psikanalist geleneğin tamamen ateerkil olduğunu savunur. Freud, erkeğin ruhunu inceler. Kadınınkini ise kara bilinmez bir kıta olarak tanımlar. Lacan da onu benzer şekilde takip eder. Bir şekilde kadının ruh durumu ya da kadının psikanalizi yapılırken hep eril bir nesne üzerinden yapılır. Irigaray, bunları apaçık eleştirir ve klinikten kovulur. Sonra yazmaya devam eder ve en büyük eleştirisi psikanalize gelir. Psikanalizin ana konusu erkek öznedir. Kadın, psikanalizde hep bir eksiklik ve eril olmayan üzerinden kurulur. Oedipus kompleksinde, babayı kıskanan oğul elektra kompleksinde babayı anasından kıskanan kız evlat vardır. Nitekim onlara göre kadınlar zaten erkekleri hep kıskanır. Böyle ilerleyen bir psikanalist süreci vardır ve Irigaray’ın ilk karşı çıktığı şeylerden biri budur. İkincisi Beauvoir’ın İkinci Cinsiyet’te yazdıklarıdır. Irigaray, birçok kadının Beauvoir’ın sayesinde feminist olmasıyla önemli bir ilerleme kaydettiğini söyler. Fakat durduğu yer itibariyle fark ya da başkalık feminizmi yapacağı için Beauvoir’ı ister istemez eleştirir. Beauvoir, kadının ikinci cinsiyet olduğunu, kadının erkeğe kurulduğunu dolayısıyla kadının erkek kadar biz özne olması gerektiğini savunur. Fakat Irigaray, erkek gibi özne olmayı istemesini eleştirir ve kadınların kendi dilini kurması gerektiğini söyler. Türkçe, Batı dilleri kadar cinsiyetçi bir dil değildir.
Hélène Cixous’ya göre dişil yazı yalnızca kadın yazısını değil iki cinsiyet için de yazabilmeyi temsil eder. Hatta ona göre hem Antonio hem Kleopatra’yı yazabildiği için Shakespeare ekrütür feminin yazmıştır. İngiltere’den örnekle Kraliçe Victoria feminin değil patriarkaldir. Çünkü patriarkalın sözcüsüdür. Aynı zaman Monarklığı da ataerkil yapı içerisinde ele alır. Ataerkil yapı içinde ataerkil bir özne gibi kurulmuş kadınlardır. Bu sebeple radikal feministlere göre onların tam olarak kadın olup olmadığı tartışmalıdır. Bugün geldiğimiz noktada Irigaray da çok ciddi biçimde eleştirilir. Başka dil uydurulamadığı için mecburen bu dilin içinden konuşulur. Dişi doğan eşgüdümlü olarak kadın erkek doğan da erkek adam olur. Bunlar zorunlu mu? tartışmaları doğar. Hélène Cixous’dan Irigaray’a kadar radikal feministlerin hala söyledikleri şey bir şeyin özü olduğu fikri çok eril bir şey ama böyle davranıyoruz diye şerh koydukları yerden günümüzde bütün dünyada çılgınca tartışılan şey trans kadın meselesidir. Dersin son 15 dakikası soru cevap bölümüne ayrıldı. Öğrenciler derste aktif ve ilgiliydi. Ders öğrencilerin katkılarıyla genişledi. Dersin son kısmında konu, güncel meseleler bağlamında tekrar değerlendirildi. |
Ön Okuma Metinleri: |
|
Bahsi Geçen Eserler: |
|